Kışkırtıcı ve tabu yıkıcı filmleriyle tanınan Michael Haneke’nin başyapıtı sayılan Piyano Öğretmeni, aşkın ve cinselliğin şok edici boyutlarını Schubert ve Bach gibi klasik müziğin büyük ustalarının nefis eserleri eşliğinde anlatıyor. Otuzlarının sonundaki piyano öğretmeni Erika (Huppert), genç ve yakışıklı öğrencisi Walter’ın (Magimel) çekimine kapılarak hayatı boyunca bastırdığı tehlikeli arzuların kölesi olur. Annesinin yıllardır sürdürdüğü psikolojik baskılarla örülen duygusal duvarların bir anda yıkılması, Erika’yla birlikte Walter’ı da şiddetle iç içe geçmiş bir cinselliğe doğru sürükleyecektir. Film, 2004 yılında Nobel Edebiyat Ödülü‘nü alan Elfriede Jelinek‘in Die Klavierspielerin adlı romanının uyarlamasıdır.
Kuantum fiziğine göre hiçbir şeye tam olarak dokunamıyormuşuz. Dokunma hissi sırasında varlıklar arasında gözle görülmez boşluklar oluşurmuş. Lacan da “cinsel ilişki yoktur” deyişini adeta bu inanmak istemediğimiz gerçekliği desteklercesine öne sürüyor. Ama Lacan’ın “jouissance” diye bir kavramı da vardır bildiğimiz gibi. Roland Barthes bu kavramı insanı delip geçen, bedensel bir haz, alışılagelen kalıpların verdiği hazdan farklı ve bastırılanı ortaya çıkaran bir şey olarak tanımlıyor. İşte tam da burada anlıyoruz ki aslında Lacan’ın yukarda belirttiğimiz savının aslında “jouissance’ın adı ve cebirsel bir resmedilme şekli yoktur.” demeye çalıştığını görüyoruz.
Erika’nın da babasının o çok küçük bir yaşta iken ölmüş olması; onun babasız büyümesine, elektra kompleksini tam anlamıyla yaşayamamasına, erkeklere karşı kararsız bir tavır almasına ve işinin-sosyal hayatının getirileri ve eksikleriyle kısmen kastrasyon kompleksi yaşamasına neden olur. Komplekslerini aşamamış olmasının getirdiği ajitasyon dolu bastırılmış duygu ve hazlarını gizli bir şekilde(röntgencilik yaparak, erotik shop’lardaki kabinlerde izlediği pornolardaki kişilerle kendini özdeşleştirerek) ve mazoşist beklentiler içerisinde yaşar, yaşamaya çalışır. Annesinin yerine geçip fallus’una sahip olmak isteyeceği bir baba figürü bulunmadığı için erkeklere karşı bir önyargısı, korkusu ve şüpheciliği oluşmuş durumdadır. Bu yüzdendir ki Walter’ı ilk gördüğümüz sahnede onun için asansörü tutmaması, sinemaya giderken bir erkeğin ona omzuyla çarpmasının ardından omzunu silkelemesi gibi ufak ayrıntılar bırakmıştır Haneke bizlere. Tam onun kişiliğini yansıtan ve sinemasını anlatırken kullandığı cümlelere uyan bir filmdir La Pianiste.