14 yaşındayken doğduğu yer olan Varşova’yı terk ederek Londra’ya yerleşen, Felsefe ve Alman Edebiyatı öğreniminden sonra İngiliz televizyonları için belgesel film çekmeye başlayan Pawel Pawlikowski, ilk uluslararası başarısını 2011 yapımı ‘The Woman in The Fifth’ ile yakaladı. 2013 yapımı ‘Ida’ filmi ile ödüle boğulan yönetmenin sinema kariyeri, toplamda 5 sinema filminden oluşuyor.
Fazla üretken bir yönetmen olmayan Pawlikowski, yine siyah-beyaz çektiği, ilk kez katıldığı Cannes Film Festivali’nde ‘En İyi Yönetmen Ödülü’nü aldığı, 2018 yapımı ‘Cold War/ Soğuk Savaş’ ile, 1950’lerde başlayan, Varşova’dan Paris’e kadar uzanan, yıllar boyunca süren, inişli-çıkışlı bir aşk öyküsünü anlatıyor.
Kendi Varoluşlarını Biçimlendirmeye Çalışan İki Aşık…
(Dikkat spoiler/sürpriz bozan içerir.)
Kavuşamayan iki aşığın hikayesinin anlatıldığı ‘Dwa Serduszka’ adlı Polonya halk şarkısını, ana şarkısı yapan film, bir taraftan “II. Dünya Savaşı’ndan yeni çıkmış insanların ‘Soğuk Savaş’ın ortasında kalmasını, bir taraftan da bu ortada kalmışlığın içinde kendi varoluşlarını biçimlendirmeye çalışan iki aşığın yaşadıklarını adım adım takip ediyor.”
Varşova’da, savaş sonrası halkın sesini yeniden duyurmak ve milli duyguları yeniden güçlendirmek amacıyla halk şarkıları söyleyen ve dans eden bir topluluk kurmayı amaçlayan Wiktor (Tomasz Kot) ve Irena (Agata Kulesza), topluluğa katılacak sanatçılar için seçmeler düzenlemeye başlar. Seçmelerde, sesinden daha çok geçmişinde yaptıklarıyla, karakteriyle ön plana çıkan Zula (Joanna Kulig), Wiktor’un dikkatini çeker ve aralarında şehirden şehre, ülkeden ülkeye ve zamana yayılacak bir aşk filizlenir. Daha rahat yaşayabilmek için birlikte Fransa’ya kaçma girişimleri, Zula tarafından sekteye uğratılınca, aralarındaki tutku, sınırlar arasındaki bir mücadeleye, bir nevi savaşa dönüşür.
Bireyden Savaşa/Siyasete…
Kısa zaman içinde halk dans topluluğunun, politik bir topluluk haline gelmesinden, dünyanın Amerika ve Sovyetler diye ikiye bölünmesine kadar süreci, bu aşkın arka planında vermeyi ihmal etmiyor ‘Cold War/ Soğuk Savaş’. Öte yandan, savaşın yıkıcı etkisini, toplum üzerinden değil birey üzerinden vermeye çalışıyor. Wiktor ve Zula’nın aşkı da bireye baktığımız veya başka bir deyişle, bireyden savaşa/siyasete göz kırptığımız bu sürecin simgesi konumunda.
Öznelerin sürekli yer, ana şarkı ‘Dwa Serduszka’nın da yıllara bağlı olarak kimlik değiştirmesi sürecini Pawlikowski, 4:3 formatında, ince düşünülmüş muhteşem kadrajlarla seyirciye aktarıyor. Kısa bir zaman aralığında geçen sürede, aynı coğrafyadan beslenmiş, farklı ama özünde benzer yıkımı yaşamış, yolunu kaybetmiş iki öznenin varoluşlarını gerçekleştirmek için kendi yollarını tekrar tekrar aradıkları bir hikaye bu aslında aktarılan.
Pawel Pawlikowski, sinematografik açıdan dört dörtlük bir iş çıkarmış. On yıllık kavuşamama hikayesini, folklorik şarkılar ve farklı şehirler üzerinden anlatan filmin her karesi, müthiş bir titizlikle çalışıldığı belli olan kusursuz bir kompozisyona dönüşüyor. Bunların yanında filmin eksiği, tüm bu kusursuz görünenin içinde anlatmak istediğini tam anlatamaması ve karakter derinliğini verememesi. Kadrajlar seyirciyi o kadar etkiliyor ki, film fotografik bir sürece dönüşüyor ve seyirci asıl hissetmesi gereken duygu durumuna giremiyor. Zamanın fazlaca hızlı akıp gitmesi de bu durumu tetikler nitelikte. O anda gösterilen zamanın ve duygu durumunun içine tam girilmeden, başka bir zaman ve duygu durumuna geçiliyor.
‘Cold War/ Soğuk Savaş’ için, tüm bunlara rağmen, bu şekilde bir bakış açısının yanında, biçimsel kusursuzluğunu ve eksikliğini tek bir potada eriterek, aslında farklı bir anlatım biçimi yarattığını söylemek de mümkün.
Abonemiz olmak ister misiniz?
Güncel yazılarımızdan haberdar olmak için, lütfen bize katılın!
Abone olduğunuz için teşekkürler
Bir şeyler ters gitti